Nikos Kazancakis (Zorba)

Mahfus Çetin
7 min readFeb 21, 2023

--

Nikos Kazancakis heyecana kapılıyorum ismi her geçtiğinde. İnsanlık olarak tarihimiz sahiden çok varsıl, nice abi, abla, usta, dede gelmiş geçmiş ruhumuzdan; fakat Kazancakis’in yeri başka. Bir tür aynı salıncakta sallanmak, aynı oyuncakla oynamak gibisinden. Has bir yüreği, yaman bir zihni varımış bu Giritlinin. Heraklion’un bir tepesinde zevcesiyle birlik yatıyor etrafında yavru dut ağaçları, orada sadece ikisinin mezarı. Mezar taşında yazanlar evvelce zikredilmiş, temcite lüzum yok. Kazancakis de çok şey gördü bu dünyada, dünya böyle, çok şey görme yeri. Hem Bergson’un talebesi. O ne güzel hoca, bu ne güzel talebe. Buddha ve Nietzsche ayrıca, fikriyatındaki iki mühim figür. Fakat o Nikos, ziyadesiyle kendine özgü. Tam bir Giritli, Allah’ın bir garibi. Bir de müzesi mevcut memleketinde. Zeytinlik tepelerin arasında bir köyde, eski taş evlerin içinde. Bıraktığın yerden ele avuca gelmez mavi kuşun seyrine de… ulu kanadının altında hep birlikte gölgeleneceğimiz güne dek sevgiyle, sağlıcakla

Nikos Kazancakis’ten okuduğum son kitabı Zorba ’da altını çizdiğim bölümleri aşağıda istifadelere sunuyorum:

«Kusura bakma patron ama, sen bir kâğıt faresisin. Şu zavallı sen de, hayatında bir kez olsun güzel bir yeşil taş görebilirdin, ama göremedin. Vallahi işsiz sen bir yerde oturuyor ve kendi kendime düşünüyordum «Cehennem var mı, yok mu?» diye. Fakat dün bunu alınca şöyle dedim: «Bazı kâğıt fareleri için kesinlikle bir cehennem vardır.»

==========

Onları belki kurtaramayız, diye ekledi. Ama kurtaralım derken, biz kurtuluruz. Öyle değil mi? Bunları söylemek istemiyor musun, hocam? Kendini kurtarmanın tek yolu başkalarını kurtarmak için çabalamaktır. Haydi, öyleyse, öğreten öğretmen… Gel!

==========

Tam ve namuslu düşünceler, sessizlik, ihtiyarlık ve dişsizlik ister. Dişsiz olduğun zaman: «Ayıp çocuklar, ısırmayın!» demek kolaydır. Ama otuz dişin olunca… İnsan gençliğinde canavardır, evcilleşmek bilmez canavardır ve insan yer.

==========

Kart tavuğun suyu lezzetlidir (Zorba yaşlı dul için söylüyor)

==========

Böyle anlarda kadının bütün kapıları, açıktır, nöbetçiler uyumuştur ve bir iki söz, altının ve aşkın büyük gücüne sahiptir.

==========

Seni buraya, yamyamların arasına hangi Shakespeare attı?

==========

«Sigarayı bırak,» dedi; «onu yakıyor yarısını içiyor ve tıpkı sokak kadınları gibi atıyorsun. Ayıp şey bunlar. Pipoyla evlen; o sadık kadındır; eve döndüğün zaman, hareketsiz seni bekleyecektir. Sen de, dumanın havada halkalanışına bakarak beni hatırlarsın!»

==========

«Patron, Allah seni katırın gerisinden, keşişin de önünden korusun!»

==========

Anlaşılan, bu toprağın iklimi çok sert olup, değerli tohumlar filiz atmadan papatya ve ısırganlar arasında boğuluyorlar.

==========

Üzerimizden seyrek geçen bulutlar güneşi açıp kapadıkça, insan, dünyanın bir an sevinçle, bir an kederle soluk aldığını sanıyordu.

==========

Afrika vahşileri yılana taparlar, çünkü bütün vücutları toprağa değer ve böylece toprağın bütün sırlarını bilirler. Bu sırlara, karnı, kuyruğu, edep yeri ve başıyla varmıştır o. Biz okumuşlar, havadaki sersem kuşlar gibiyiz.

==========

Mutluydum; biliyordum bunu. Bir mutluluğu yaşarken onu kavramamız zordur; ancak o geçip de arkamıza baktığımız zaman, birdenbire biraz da hayranlıkla, ne kadar mutlu olduğumuzu anlarız.

==========

İkimiz de her birimiz kendine göre, tâ derinden yer kabuğuna iyice yapışmış iki az ömürlü böcek olduğumuzu, bir deniz kıyısında kamışların tahta ve gaz tenekelerinin arkasında iyi bir yer bulduğumuzu, birbirimize sokulduğumuzu ve önümüzde iyi şeylerle yiyeceklerin, içimizde de sessizliğin, sevgi ve güvenin bulunduğunu anlamıştık.

==========

«Yalnızca çalınmış etin tadı vardır.» İnsanın kendi karısı, çalınmış et değildir. Namussuzca çiftleşmeleri ise, nereden hatırlayacaksın? Horoz defter tutar mı? Ben, vaktiyle gençken, kendisiyle yattığım her kadından birkaç zülfünü alma sahtekârlığını işlerdim. Bu yüzden, küçük makasımı hiç yanımdan ayırmazdım. Kiliseye bile gitsem, küçük makas cepte olurdu. İnsanız, ne olacağını bilemezsin. Siyah, sarışın, kumral, hatta beyaz zülüfleri topluyordum; topladım ve bir yastık doldurdum. Bir yastık doldurdum, bunu başımın altına kor uyurdum; ama yalnız kışın, çünkü yazın yakıyordu. Kısa zamanda tiksindim bundan da; anlayacağın, yastık kokmaya başladı, ben de yaktım.

==========

Konfüçyüs der ki: Pek çokları mutluluğu, insandan daha yüksekte ararlar, bazıları da daha da alçakta; ama mutluluk insanın boyu hizasındadır.

==========

En büyük düşüncelerin bile işkembelerini açtığın zaman, onların da içlerine, tenekeden bir motorun özenle yerleştirilmiş olduğu, kepekle doldurulmuş kuklalar olduklarını görürsün.

==========

Taşların, çiçeklerin, yağmurun söylediklerini bir bilseydik! Belki bağırıyorlardır, bağırıyorlardır bize de işitmiyoruzdur. Nah işte, tıpkı bağırdığımız halde, onların da bizi duymadığı gibi. Dünyanın kulakları ne zaman açılacak?

==========

Sağırın, istediğin kadar kapısını çal!

==========

«Bu kararsızlık geçidini, şarlatanlık tapınağını, bu günah testisini, bu hile otlarının dikilmiş bulunduğu tarlayı, bu Cehennemin giriş yerini, bu kurnazlıklar taşan sepeti, bu bala benzeyen zehiri, ölümlüleri dünyaya bağlayan bu zinciri: kadını kim yarattı?»

==========

Günler kısaldıkça Noel yaklaşıyor, havadaki sonsuz boğuşmayı izleyerek kendi kendime şöyle diyordum: «Yalnız değilim, büyük bir güç olan ışık da savaşıyor, yenilip yeniyor, umutsuzluğa kapılmıyor. Ben de onunla birlikte savaşacak ve umutlu olacağım.»

==========

Herkes kendi yolunu izler. İnsan bir ağaç gibidir. Neden kiraz vermiyor diye incir ağacını hiç azarladığın oldu mu?

==========

Onu, ihtiyarları gençleştiren Doktor Voronof, yani uyku alıp götürdü, Zorba Paşam! Şimdi o yirmi yaşındadır ve İskenderiye ile Beyrut arasında geziniyor.

==========

Bir zamanlar, babamın evinde bir hizmetçimiz vardı. İhtiyar Diamante altmışın üstünde, evlenmemiş kart bir kızdı. Bakirelikten dolayı yarı yarıya serseme dönmüş, sinirli, kupkuru biriydi; göğüsleri dümdüzdü ve bıyıkları vardı. Tombul, iyi beslenmiş bir köylü çocuğu olan mahalle bakkalının çırağı Miço’yu sevdi. Her pazar ona sorardı: «Beni ne zaman alacaksın? Al beni! Sen nasıl dayanabiliyorsun? Ben dayanamıyorum!» Müşteri olarak el altında bulundurmak için ona iyi davranan hınzır bakkal da: «Ben de dayanamıyorum,» derdi, «ben de dayanamıyorum Diamanto’m, ama biraz daha sabret. Benim de bıyıklarım çıkana kadar sabret…» Yıllar böyle geçiyor, ihtiyar Diamanto sabrediyordu. Sinirleri yatıştı, başağrıları azaldı, öpülmemiş kederli dudakları güldü. Çamaşırı daha iyi yıkıyor, daha az tabak kırıyor, artık yemeği yakmıyordu. Bir akşam gizlice bana sordu : «Sağdıcım olur musun, patron?» «Olurum Diamanto,» dedim. Üzüntüden boğazım düğümlendi.

==========

Deniz kıyısında yalnız başına yürümek güçtür; her dalga ve gökteki her kuş bağırıp insana borcunu hatırlatır. Başkalarıyla yürürken güler, konuşur, tartışırsın; gürültü olur, dalgalarla kuşların ne dediğini duymazsın; belki de o zaman hiçbir şey söylemiyorlardır. Sizin bir söz kalabalığının içinden geçmekte olduğunuzu görüp, susarlar.

==========

«Veyl ona ki, içinde mutluluk kaynağı yoktur!» «Veyl ona ki, başkalarının hoşuna gitmek ister!» «Veyl ona ki, bu hayatla öteki hayatın aynı şey olduğunu anlamaz!»

==========

Manastırlarla dolu, ilâhların oturduğu dağlar var. Bu Manastırlarda siyah cüppeli keşişler bulunur; bağdaş kurmuş görkemli durumda bir ay, iki ay, altı ay oturur ve yalnız bir şeyi düşünürler. Bir şeyi, duyuyor musun? İki değil, bir! Bizim gibi kadın ve linyit, kitap ve linyit düşünmezler Zorba, akıllarını yalnız bir şey üzerine toplar ve mucizeler yaratırlar. Mucizeler böyle olur. Bir lüp koyup güneş ışınlarının yalnız bir nokta üzerinde toplandığını hiç gördün mü Zorba? Bu nokta, biraz sonra ateş alır; neden? Çünkü Güneşin dağınık ışınları bir noktada toplanmıştır. İnsan aklı da tıpkı böyledir; aklını yalnız bir tek şeye verirsen mucizeler yaratırsın! Anlıyor musun Zorba?

==========

Başka konu, patron. Biz hele yedi binliği kurtaralım, sonra tartışırız. «Sen hele becer beni, oğlum, sonra ben yine teyzen olurum.» Bu şarkıyı bilir misin?

==========

«İnsan bu demektir» diye düşünüyordum. Acı duyduğu zaman, gerçek iri gözyaşları döken, sevinirken de sevincini, ince, metafizik eleklerden geçirerek onu boşuna harcamayan, sıcakkanlı ve sağlam kemikli insan!

==========

Artık ihtiyarlayıp kendisini kadınlar, tarla ve çocukların kaygısı ilgilendirmediği için dünyaya bakacak zamanı vardı. Toprak üzerinde gölgemi görüp başını kaldırdı.

==========

Mimitos da, merhumenin iki kundurasını almış, bir kordonla bağlamış, boynuna asmıştı; sanki Madam Ortans ensesine binmiş de gidiyor ve yalnız kunduraları görünüyordu.

==========

Bir köşede yırtık, yan basılmış, kırmızı küçük püskülü ile bir terlik duruyordu. Büyük bir bağlılıkla hanımının ayak biçimini hâlâ koruyordu; bu hınzır terlik, insan ruhlarından daha acılı olup, o sevgili ve çok çekmiş ayağı hâlâ unutamamıştı.

==========

Gerçek kadın, erkekten aldığından çok ona verdiği hazdan zevk alır…

==========

Yeni bir yol, yeni plânlar! diye bağırdı. Artık dünküleri hatırlamaktan, yarınkileri istemekten vazgeçtim; şimdi, şu anda ne oluyor, o ilgilendiriyor beni. «Şimdi ne yapıyorsun, Zorba?» diyorum. «Uyuyorum,» diyor. «İyi uyu öyleyse!» «Şimdi ne yapıyorsun, Zorba?» diyorum. «Bir kadına sarılıyorum,» diyor. «İyi sarıl öyleyse Zorba, hepsini unut, dünyada başka bir şey yok, yalnız o ve sen. Vira!»

==========

Ananın yiyip çocuğuna vermeyeceği çorbaları yapmasını bildiğini söylemiştin ve benim sevdiğim yemek de, rastlantı bu ya, tıpatıp o çıkmıştı, nasıl anlamıştın bunu?

==========

Tanrı’yı yedi kat gökler ve yedi kat yer almaz; ama insanın kalbi alır. Onun için, aklını başına topla Aleksi, hayır duam seninle olsun, dikkat et, hiçbir zaman insan yüreğini yaralama!»

==========

Her işimiz ters gittiği zaman, ruhumuzun karşı koyuşu ve değeri olup olmadığını denememiz ne mutlu şeydir!

==========

Bir gece, karlı bir Makedonya dağında, korkunç bir rüzgâr çıktı; içine dalmış olduğum küçük kulübeyi sallıyor, yıkmak istiyordu. Ama ben, onu iyice sağlamlamıştım, yanan ocağın önünde yalnız başıma oturuyor, gülerek rüzgârı kışkırtıyor ve diyordum ki: «Kulübeme girmeyeceksin, sana kapıyı açmayacağım, ocağımı söndürmeyecek, beni yıkamayacaksın!» Zorba’nın bu sözleri ruhumu erkekleştirmişti; insanın duruma göre nasıl hareket etmesi ve nasıl konuşması gerektiğini anlamıştım.

==========

Bir akşam soğuklayan ve toprağın yarılıp kendisini yuttuğu, doymuş ve öpülmüş, tombul, parfümlü kart Dilber aklıma geldi; şimdi artık şişmiş, yeşil bir renk almış, patlamış, suları dökülmüş, kurtlar görünmüş olmalıydı.

==========

Mutluluk, borcunu yerine getirmek demektir; borç ne kadar güç olursa, mutluluk da o kadar büyük olur…

==========

İniş yolunu tuttum, dağdan aşağı yuvarlanıyordum, vücudumu yorarak, acının yerini değiştirmeye çalışıyordum. Beynim, bazen insanın ruhuna ulaşabilen esrarengiz mezarlarla alay etmek için boş yere çabalıyordu; içimde mantıktan daha derin, tümüyle hayvansı ilkel bir kesinlik beni korkuya boğmaktaydı. Hiç kuşkusuz koyunlar ve sıçanlar gibi bazı hayvanlar da, depremden önce, aynı kesinliğe sahip olurlar. İçimde daha topraktan, kopmamış, kendi başına ve mantığın biçim değiştirici aracılığına kapılmadan, duyan insan öncesi ruh uyandı.

==========

Zavallı insan, ruhunun çevresine, yüksek ve aşılmaz bir çit örmüş, içinde günübirlik vücut ve ruh hayatçığına düzen ve güvenlik sağlamaya çalıştığı küçük bir harman yapmıştır. Bu harmanın içinde her şey çizilmiş yolları, kutsal göreneği izlemeli; basit, kolay anlaşılır yasalara uymalıdır. Böylece, ne olabileceğini ve nasıl davranmamız gerektiğini belirli bir güvenle önceden görmeyi isteriz. Korku istilâlarının hükmü altındaki bu esrarengiz harmanın içinde, küçük, kırkayaklı kesinlikler hüküm sürer.

==========

«Bütün bunlar,» diye düşündüm, «bizim huzursuzluğumuzun çocuklarıdır ve uykuda simgenin en parlak süsüne bürünürler. Onları biz kendimiz yaratırız; bizi bulmak için uzaktan hareket etmezler; bunlar, sonsuz güçlü karanlık bölgelerden bize gelen bakışlar değildir; bizim dışımızda hiçbir değerleri olmayan, bize ait yayımlardır. Ruhumuz alıcı değil, vericidir; onun için korkmamalıyız.»

==========

İnsanların, fırtına tarafından kovalanan sonbahar yaprakları gibi nasıl birleşip ayrıldıklarını ve insanın bakışlarıyla sevdiği kimsenin yüzünü, vücudunu ve el hareketlerini boşuna yakalamaya çalıştığını, birkaç yıl sonra da, gözlerinin mavi mi, yoksa siyah mı olduklarını hatırlamayacağını düşünüyordum.

==========

Hayır, özgür değilsin, dedi. Senin bağlı bulunduğun ip, öbür insanlarınkinden biraz daha uzun; hepsi bu kadar! Senin patron, uzun ipin var, gidip geliyor, kendini özgür sanıyorsun. İpi koparmadın mıydı da…-

==========

İnsan, uçurumun kenarına varmadan, kanatlanamaz!»

--

--

Mahfus Çetin

European Entrepreneurship Awards Promotions Türkiye Coordinator